27 Eylül 2011 Salı

FİKİRLERİN BEREKETİ

Biz insanlar hepimiz birbirimize muhtacızdır' ve güzel olan hepimizin birbirine muhtaç olmasıdır'


FİKİRLERİN BEREKETİ'

.....


Düşünüyorum aynı hislerle'


Var olduğumuz için mi'

Var olmak için mi'


Yoksa varlığımızı sürdürmek için mi'


Neyi' ve niçin'

Her şeyi ve her şey için mi'


Nasılı da var tabi'


Hepimiz düşünüyoruz aynı hislerle'


Dünleri' bugünleri' ve yarınları'


Kendimizi' ailemizi' yakınlarımızı'


İçinde yaşadığımız toplumu' ve çevreyi' 


Hemen hemen her şeyi'

..


Ve düşünüyorum aynı hislerle' o geceyi'


''Üzerine yorganı iyice çek' yat' uyu' başını da yorgandan dışarı çıkarma'' demişlerdi'


İlk kez bir geceyi yalnız bir başıma dışarıda geçirecektim'


Küçüktüm' küçücüktüm'


Birazcık hemencecik büyüme isteği' birazcık ben de varım duygusu' ve birazcık da korkuyla' yorganı da başımın üzerine iyice çektim'


Fakat uyuyamamıştım'


Ara sıra duyulan havhav sesleri haricinde her şey çok sessizdi'


Zamanın geçip geçmediğini bile tam olarak anlayamıyordum'


Yorganı açsam' dışarı baksam' acaba ne olabilirdi ki'


Daha fazla dayanamadım' yorganı önce hafifçe biraz araladım' ve başımın üzerinden açtım'


Her yer karanlıktı'


Hafifçe döndüm' sırt üstü gökyüzüne baktım'


Gecenin o saatlerinde ilk kez gökyüzünü seyrediyordum'


Gökyüzünde karanlıkta görünen yıldızlar vardı sadece'


O gece uzun uzun yıldızlara bakmıştım'


Öylesine'


Hepsi çok güzeldi'


Özenle hepsi bir bir semayı süslemiş gibiydi'


Yıldızlar' ve ben'


Aramızda hiçbir şey yoktu'


Mesafeler yok denecek kadar azalmıştı'


Uzansam neredeyse hepsini ellerimle tutacak gibiydiler'

...


Gece ve yıldızlar denilince hep o geceyi hatırlarım'


Gökyüzündeki yıldızları her yerde o gecedeki yıldızlar gibi ararım'


Güneşin ötesinde' ışıkların gölgesinde' bulutların ardında' yıldızları hep o gecedeki yıldızlar gibi düşünürüm'


Yıldızları ilk kez o gece saymaya çalışmıştım'


Yıldızların kaydığına ilk kez o gece şahit olmuştum'


Kaybolan yıldızları uzun uzun ilk kez o gece aramıştım'


Yıldızların doğuşunun sevincini doya doya ilk kez o gece yaşamıştım'


Zamanın nasıl geçtiğini bile anlamadan o gece yıldızlarla beraber uyumuştum'

..


Ve düşünüyorum aynı hislerle' o günleri'


''Ambarını doldurmuş ya da ambarı boşalmış hiçbir şey kalmamış'' gibi konuşmaları dinlediğim'


Ambardaki un'un refahın ya da yokluğun bir ölçüsüymüş gibi kullanıldığı o günleri'


Ambardaki un herkes icin çok kıymetliydi'


Elde edilmesi meşekkatli' zahmetli' 


Çalışmanın' azmin' sabrın' ve tevekkülün eseri'


Tarlayı taşlarından temizle' herk et' yani tarlayı sür' tohumu serp' sula' biç' harmanla' değirmende öğüt' çuvalla' eve taşı hep sırtında' ambara doldur'


Şükür' şükür' çok şükür'


Ambarında un varsa müreffehsin demektir'


Kelime kelime anlatmaya çalıştım ancak' her işlemin ne kadar yorucu' bir o kadar zahmetli ve emek istediğini rençberlik yapan hemen hemen herkes bilir'


Hele traktör' biçer döver' patos' un fabrikaları yokken' aynı işleri kara saban' bir çift öküz' tırpan' orak' dırmık' gem' yaba' su değirmeni ile yapıldığı düşünülürse'


Ambardaki UN çok kıymetlidir'


Ambardaki UN çok çok değerlidir'


Eğer kışın ortasında ambarındaki un bitmişse' komşularından ya da akrabalarından borç almaktan başka çaren yoktur'


Köylerde komşular ile bir şekilde akrabalık hısımlık bağları da olduğu için' yardımlaşma ve paylaşım hususunda iyidirler'


Ancak yine de en yakınlarına bile un verirken' kendi ambarlarındaki un'un yetip yetmeyeceğini ister istemez düşünürlerdi'


Her yer karla kaplı mevsimi degil' ekin ekemezsin' hemen biçemezsin'


Harmanlayıp öğütemezsin'


Yollar karla kapalı şehre inemezsin'


Ambarına un'u hemen hazır edemezsin'

...


UN'u'


Değirmende dönen taşların arasından akarken'


Çuvallara doldurulurken'


Ambara boşaltılırken'


Ambarın ağzındaki kapak açıldığında akarken'


Her bir tanesini illa görmem gerekiyormuş gibi hayranlıkla izlerdim'


O geceki yıldızları izlediğim gibi'


Öylesine işte'


Emeğin' zahmetin' dayanışmanın' yardımlaşmanın' paylaşmanın' alın terinin eseri'


Bereketin kendisi'


UN'

...


Düşünüyorum aynı hislerle bugünlerimizi'


İnsanlığın' emek verip' zahmetini' meşakkatini çektiği' yorulup ambarına doldurduğu'


UN'u'


Birlesmiş Milletler de insanlığın ambarındaki UN gibi'


Barışı' bereketi çağrıştırıyor'


Fikirlerin bereketini'


İnsanlığın ambarındaki UN gibi' çok değerli' ve çok çok kıymetli'


Kıymetini bilelim' değerini bilelim' koruyalım' 


Gözetelim' geliştirelim'


Ehemmiyetsizmiş gibi düşünmeyelim'


Yokmuş gibi hareket etmeyelim' 


İnsanlığın' hiçbir zaman yanlışta ittifak etmeyeceğini bilelim'

...


Düşünüyorum aynı hislerle yarınlarımızı'


Yarınların güzelliğini'


İnsan onuruna saygıyı'

Canlara hürmeti'

Yardımlaşmayı'

Paylaşmayı'

Adaleti'

Barışı'


Tüm milletlerin hayırlarda yarışını'

..


Düşünüyorum fikirlerin başlangıcını'


Ön yargısız' baskılardan uzak'


Öz benliğimizden gelen' 


Özgürce doğruyu arayan'


Hayata hayat katan' 


Temiz prıl pırıl gözeler gibi'


El değmemiş' 


Bulandırılmamış' 


İçerisine zehirler mikroplar karıştırılmamış'


Sudeler gibi'

...


Düşünüyorum fikirleri'


Sevgi dolu'


İyilikleri barındıran'


Güzellikler yaşatan'


Sabır yüklü'


Hoş görülü'


Anlaşılır'


Olumlu'


Sürekli yapıcı' 


Ümit var' 


Yarınları hazırlayan'


Her yerde ve daima umudu haykıran'


Üreten' üretmekten mutlu olan'


Bereketler saçan'


En çorak çöllere bile hayat veren'


Issızlıkları canlandıran'


Karanlıkları aydınlatan ışık kaynakları'

...


Düşünüyorum fikirlerin bereketini'


Hayatımızı kolaylaştıran herşey gibi'


Bolluk ve refahın kendisi gibi'


Bilimsel gelişmelerin kendisi gibi' 


Teknolojik icatların kendisi gibi'


Huzurun' barışın kendisi gibi'


Sağlığın' sanatın kendisi gibi'


Özgürlüğün' insan haklarının kendisi gibi'


Hukukun kendisi gibi'


Daha güzel yaşanabilir bir çevrenin kendisi gibi'

...


Gözlerimizi' kulaklarımızı' beyinlerimizi' kalplerimizi örten yorganları hafifçe aralamaya ne dersiniz'


Sevgiyle'


23 Eylül 2011 Cuma

ARAMAS'TAN MARS'A

ARAMAS'TAN MARS'A

Rahmetli anacığım yürüyene kadar meme emdiğimi söylerdi, oysa bana sorulunca, ''Anacığımı rahmetli oluncaya kadar emmiştim'' derim, yaşıma bakmaz her seferinde şefkatle severdi,


O'ndan hep çok az şey öğrendiğimi düşünürdüm,


Fakat şimdi, 


O'ndan öğrendiklerimin güzelliklerini yaza yaza bitirebilir miyim,  daha doğrusu yazmaya harfler kelimeler cümleler yeter mi, sözlerini, hislerini anlatmaya diller yeter mi, bilemiyorum,

- Sevgiyi öğretti, 
Hiçbir kitaptan okumadan,

- Ne verdiyse ihlasla verdi, 
Beni hiç bulandırmadan,

- Sözleri pek az kullanırdı, 
Bir şeyler anlatmak için,

- Çok soru sorunca da, 
''Ne bileyim oğul'' derdi,

- Bir şeyi anlatırken kesinlikten uzak,
''Öyle derler'' diye eklemeyi ihmal etmezdi,

- ''Her işin evveli bismillah, sonu elhamdulillah'' diye, sık sık tekrarlar, sıkı sıkı tembihlerdi,

- Her işte bir hayır arar, hemen hemen her olayı hayra yorardı,

- Sesini yükselttiğini hiç duymamıştım,

- Sertlik ve kabalığını hiç görmemiştim,

- kötü bir söz de işitmemiştim,

İlk kitabı da o'nun kucağında o'nun gözleri ile okumuştum, daha harfleri kelimeleri bilmeden,

Tatlı ellerinden tekrar emebilseydim saçlarımı okşayarak yine ''enik enik'' diye sever miydin, 


Canım anam,
...............…..

Doğumdan sonrası hepimiz için bilinmeyenler ile doludur, 

Ya doğumdan öncesi bilinmeyenlerimiz, anlatmaya kim güç yetirebilir,

Annelerimizin rahimlerine düştüğümüzde ya da var olmaya başladığımızda, her şey sanki bizim için bilinmeyendir, analarımız, babalarımız, suretlerimiz, cinsiyetlerimiz,

Sonra, öğrenmeye mi başlıyoruz yoksa kodlanmış bilgilerin açığa çıkmasına mı şahitlik ediyoruz,

Bugün insanlık için belki pek çok şey biliyor denilebilir, 

Ancak öğreneceklerinin yanında şu ana kadar öğrendiklerinin tamamı bile pek ehemmiyetsiz de kalabilir, 

Ayrıca bildiklerimizden de ne kadar emin olabiliriz,
  
Kabuller, bilimsel veriler, elçilerin haberleri, varsayımlar, gelenekler, görenekler, tedrisatlar, kurallar, yasalar, sorgulanamayan öğretiler, icbara dayalı kabuller, 

Var da var,

Hepsinin kendilerince doğru kabul edilmiş mesnetleri elbette vardır, 

Kendi zamanlarına, şartlarına göre değerlendirilebilecek, o günün ihtiyaçlarına cevap verebilmeyi amaç edinmiş, o günün bilgi deneyim ve tecrübelerine uygun, 

Fakat genellikle o günler içinde kalan, 

Bu dünya, biz insanlar ve hemen her şey gibi ömürlü,

Hepsini alıp bu günlere uygulayabilir miyiz, 
Peki ya, bugünleri ilel ebet yarınlara taşıyabilir miyiz, 

Elbette hayır, 

İddiaları bile ne kadar anlamsız değil mi,

Çünkü evrendeki devamlı hareket ve sürekli yenilenme fikirlerimizde, bildiklerimizde, bilinmeyenlerimizde de sürekli değişiklikleri beraberinde getiriyor,

Esasında, 


''İnsanlık artık şunu çok iyi biliyor'' diyebileceğimiz neredeyse hiçbir şey yoktur, 


Bugüne kadar söylenmiş hemen her şey, ya söylenildiğindeki doğruluğunu kaybetmiş, ki bunun bir çok sebebi olabilir, 


Ya da ilk söylenildiğinde her hangi bir esası olmadığı halde uzun yıllar ve çoğunluklar tarafından kabul görmüş, sonradan yanlışlıkları görüldüğü için terk edilmişlerdir, 

Yanlışları terk edebilmenin de pek kolay olmadığını hemen belirtelim,
…………….

Bilinmeyeni bilmenin başlangıcı belki yaşama isteğidir diyebiliriz, 
Buna biraz rahatlık arayışı ve biraz da mutluluğu yakalama arzusunu katabiliriz, 

Bilmek isteği içimizden gelir, bilmek isteriz yeni şeyler, yenilikler, yeni fikirler, yeni yerler, 

Hepsi aslında gidermeye çalıştığımız merakımızdır, 

Merak ederiz çünkü bizdeki öğrenme isteği açlığımızı, susuzluğumuzu gidermek gibi fıtri, 

Yani yaratılışımız gereği,

Geçmişimizi, bugünümüzü, geleceğimizi, kendimizi, çevremizi, dünyayı, ayı, güneşi, yıldızları, tüm evreni ve yaratıcıyı, hep öğrenmek isteriz, 

Acaba neden,

Sadece merakımızı gidermek için mi,

Elbette hayır, 

Merak etmemizi sağlayan yani hep mutlu var olma duygusu, hepimizin içinde var olan ve olduğumuz an'dan itibaren de hep var olan duygu,

Öğrenmek için merak çok önemlidir fakat, bilinmeyeni bilebilmek için merak tek başına yeterli olabilir mi, 

Eğer cevabımız hayır ise, 


O taktirde merak etmemizi sağlayan başlangıç verilere ihtiyacımız var demektir, 


Ayrıca bu başlangıç verilerin de sağlam, güvenilir ve en bilindik olması gerekir, 

Şöyle ki, 


Tüm bilinenlerin yanlışlığı ortaya çıktığında ya da yok olduğunda elde kalabilecek en son bilinenler gibi,

Bu kabule dayalı belki şunu söyleyebiliriz,

''Bilinmeyeni bilmek, en bilineni bilmektir''

Bundan sonrası biraz daha kolay gibi, ne dersiniz, 


Hadi hemen nefes alalım, şöyle derin derin, sonra adımlarımızı atalım,

Geri kontrol yapalım mı,


Nefes almak bildik bir şey midir,


Evet, hepimiz nefes alabiliriz, 

Hattta en bildik şeydir bile diyebiliriz,

Bütün bildiklerimizi kaybettiğimizde, kaybedebileceğimiz en son bildik de diyebiliriz, 

Adımlarımızı da atabiliriz, 

O da bildik, 

Nasıl ki nefes almak hayatın en büyük eseri ise, adım atmakta öyle,

Hareketin, yani yaşamın kendisi gibi, 

Nefes almak ve adım atmak birbirlerine zincirleme bağlı, tek başlarına ise hep eksik, ancak birlikte bir amaca yönelik olur ise her ikisi de anlamlı, 

Sonsuzluğa kavuşma isteği bizi yakından uzağa, bilinenden bilinmeyene, görünenden görünmeyene, sürekli bir arayış içerisinde tutar,

Mesela, önce 1'i bilelim, sayılamacanın başlangıcı, 
1 de karışıklık şüphe yok, herkes tarafından biliniyor, 

Biz de bilelim, 

Sonra diğer bilmediklerimizi 1'e göre bilelim,  

Öğrendikçe merak edelim, merak ettikçe öğrenelim, 

Heyacanımız hiç bitmesin, 
Hata yapmaktan da korkmayalım, 
Ama 1 i de hiç unutmayalım, 

Bu şekilde bilinmeyeni bilmeye en doğru yerden başladığımızı bilebiliriz,

Aynen hayata en doğru yerden başladığımız gibi,

Hayata en doğru yerden başladığımızı gerçekten biliyor muyuz,
...............…..

Mesela, 

Pi sayısı bilinmezken tekerlekler yok muydu ya da çemberler daireler daha mı çapsızdı,

Cevabımız hemen kesinlikle hayır di mi,

Çünkü, 

Pi sayısı bilinmezken de tekerlekler vardı, dairelerin, çemberlerin çapları da aynıydı, 
Her hangi bir daralmaları da söz konusu değildi, 

Aynen biz gibi, 

DNA'lar bilinmezken bile, var olduğumuz gibi, 

Biz de daralmayalım, 
Varlığımız getirip sadece DNA'lara bağlamayalım,
..................

Mesela, 


Rahmet hep gökten mi yağar, 
Tamamen bilimsel, 

Depremler olsun mu ya da yanar dağlar patlasın mı, gibi, 

Ne diyelim,

Belki de sebebini bilseydik depremlerin olması için dualar ederdik veya deprem bombaları atardık ya da yanar dağları patlatmak için çalışırdık, 

Öyleyse bırakalım kendi hallerine, 
Kıyametler kopmasın,

Sular mı, 

Yağmur olup yağsın, gözelerden fışkırsın, dereler, nehirler olup aksın, 

Fakat yükselmesin, 

Bilebildiğimiz ya da bilemediğimiz ne kadar çok şey var,

İnce hesaplar, hassas dengeler, 

Bozmaktan sakınalım, 

Deprem fay hatlarından uzak duralım, yanar dağların eteklerine fazla sokulmayalım, 

Dereleri de sulara bırakalım, rahatca aksınlar, dere yataklarına yerleşim için konutlar yapmayalım, 

Hepimiz biliyoruz ki dereler yatağında akar, kusuru kabahati sellerde aramayalım,

Okyanusların dibindeki karabacalara asla dokunmayalım, aman aman sakın ha,

Dünya hepimiz için yeterince büyük değil mi,
…………..

Mesela CERN, 
Merakımızı gidermek için midir, 

Dünyanın bir çok farklı ülkesinden bilim insanlarımız birlikte çalışıyorlar, önemine binaen ve bilinmeyeni bilebilmeye misalen,

Bildiğimiz madde mi,

Evet tabi bunun bir de antisi varmış, anti madde, ikisi olunca ''var'' oluyormuş,

Çalışmalar başarı ile devam edebilirse ışıktan madde elde edilebilecekmiş,

Yani bildiğimiz ışık ve yapılmaya çalışılan bildiğimiz hal değişimi gibi,

Buhar, buz gibi, 
En bildiğimiz su, 
Sayılamacası H2O,
............…..

Hepimiz ''var'' mıyız, anti'lerimizle beraber, 

Sadece öğrenmek için öğrendiğimizi söyleyebilir miyiz, 

Hayır ise o halde bir amaç için öğreniyoruz,

Peki amacımız nedir,

Maddeyi tanımak mı, 
Maddenin sahibi olmak mı,
Yoksa maddeden öte şeyler mi,

Ne,

Yarın CERN'de de bugünkü nükleer santrallerde olduğu gibi patlamalar olursa, radyasyona benzer ya da daha tehlikeli sonuçlar ortaya çıkarsa, bunun sorumluluğunu kim taşıyabilir,

Yoksa bugüne kadar olduğu gibi kim vurduya mı gideriz, hem birileri çıkıp sorumluluğu üstlense bile ne fark eder, olacak olduktan sonra,

CERN de yerin altından uzaya taşınsın,

Ay'a ya da mars'a değil uzay boşluğuna, 

Tüm gezegenlerden yeterince uzağa güvenli bir uzay labaratuvarı kurulsun, deneyler orada devam etsin,

Hem uzay ilk oluşum şartlarına daha yakın değil mi,

Ayrıca olabilecek tehlikelere karşı da hepimiz için daha emniyetli olmaz mıydı,

Felaketleri kendi ellerimizle hazırladığımızın farkında mıyız,
………………..

Mesela niçin herkes ağaç dikebilsin, 

Ne diyelim,

Ağaçlar da en bildik değil mi, her yerde, hemen yanımızda, biraz uzağımızda,

Bütün kabul ettiğimiz doğrular kaybolsa bile ağaçlar da elde kalacak en son doğrulardan değil mi, 

Ayrıca ağaç dikmek de nefes alıp vermek ve adım atmak gibi değil mi,

Nefes almakla ilgisi ne kim diyebilir,

Hiç kimse,

Hem ağaç dikmek ile hayat daha anlamlı değil mi, 

Öncelikle neye ihtiyacımız var,

Oksijen'e mi,

Ağaçlarla ilgisini hepimiz biliyoruz,

E'hadi ne duruyoruz öyleyse, ağaçlar dikelim, bahçelere, köylere, şehirlere, ülkelere, Dünya'nın her yerine, 


Mars'a bile,

Evet evet Mars'a da ağaçlar dikelim,
Umulur ki mars'ta da hayat bulunur,

Ne ilgisi mi var,

Soru,

Ağaçların olduğu yerde mi su var olur, 
Yoksa suyun olduğu yerde mi ağaçlar,


Ve hayat,
................

Sonsuzluğu ararken belki de sonsuzluğu yaşıyoruzdur,

Kim bilir,

Yoksa acaba yazının başlığını Mars'tan Aramas'a olarak mı değiştirsem,
Aklıma şimdi geldi,

Neyse,

Herkes ağaç dikebilsin, 
Dünyamız güzel olsun inşaallah,

Sevgiyle,